Görme Biçimleri - I
Geçmiş zaman : Gözler yalan söylemez …
Görme duyusuyla ilgili tıp fakültesinde öğrendiğim bilgi yaklaşık şöyleydi . Gözün içine ulaşan fotonlar gözün arka yüzeyine , yani retinada bulunan silindirik ve konik yapıdaki sinir hücrelerine değer, bu şekilde ışığın ve rengin algılanması başlar . Burada yer alan kör noktamızdan gözün içine dağılmış tüm sinir hücrelerinin lifleri bir demet halinde beynimize iletilir . Görüntü retinamıza lensin biçimi nedeniyle ters olarak düşer, sağ soldur üst de alt . Beynimizin tam arka tarafında yani gözlerimizin bulunduğu bölgenin tam aksi tarafta oluşan görüntü ise yolculuğu sayesinde düzeltilir ve orada görüntü düz olarak görünür . Görme merkezimizde oluşan hasarlar gözlerimiz sağlam olsa da göremememize neden olur . Buraya kadar gözün içinde olup bitenler fotoğraf makinelerinde görüntünün oluşumuna benziyor gibi duruyordu .
Bu arada ‘’Akıllı tasarım’’ cılar gözün mükemmel bir şekilde tasarlandığını iddia etmekteler.Bunun tanrısal bir delil olduğunu ileri sürmekteler. Bunlara karşı çıkan Richard Dawkins ‘’Bu imkansız , akıllı biri, görme makinesi planlarken önde lens ortada karanlık kutu yapar da ,bilgiyi taşıyacak kabloları duyarlı ekran arkası yerine önüne yayar mı, ve bu duyarlı levhanın tam göbeğinden kör bir alan oluşmasına neden olacak şekilde kabloları bir demet yapıp işlemciye gönderirmiydi ? ‘’ diye soruyor .
Bu kadar çok güvendiğimiz gözlerimiz, acaba bizi gerçeğe ne kadar bağlıyor?
''Proust bir sinirbilimciydi '' adlı kitabında Jonah Lehrer , Proust ve daha birçok yazar, şair,besteci hatta bir de aşçının,algı ve zihnin işleyiş mekanizmalarını bilimden çok önce sezişlerini anlatmış . Kitap tümüyle etkileyici . Fotoğrafın da resim sanatı gibi görme duyusuna hitab edişi nedeniyle zihin açıcı olacağını varsayarak Paul Cezanne bölümünü paylaşmak güzel olur diye düşündüm . Üstelik bugün Cezanne’nın doğum günü ! Kitaptan birebir alıntı yapmak yerine de biraz araştırma yapıp akademik metinlere de bakıp bilgileri yeniden yorumlamaya çalıştım. Tabi okudukça yeni ufuklar açılmaya başladı önümde .. Sanırım bu görme konusu burada bitirilecek gibi değil. Yazıyı gittiği yere kadar devam ettirmeyi umuyorum . Çünkü daha Gestalt , Proust , Güzelliğin tarihi, Picasso ve onlarca arkadaşı var ..
Başarısız bir ressamın öyküsü :
Paul Cezanne 1839-1906 yılları arasında yaşamış izlenimcilerle kübistler arasında köprü oluşturmuş bir ressam . Resimle ilgilenmeye geç başlamış . Daha çok şiir ve yazınla ilgiliymiş gençliğinde.. Resme başladıktan sonra Delacroix’ dan oldukça etkilenmiş . Emile Zola ile arkadaşmışlar.Bu ikisi hayallerini gerçekleştirmek, sanatlarında ilerlemek üzere Paris’e gelmişler . Burada akademi sınavlarında başarı sağlayamamış. Ama doğru bildiği yoldan yürümüş ve çizmeğe devam etmiş. Bir dönem Pissaro ile yakın dost olmuş, o dönemde izlenimcilik daha yeni oluşmaktaymış . Fırça kullanımı değişmiş, kaba ve kalın boya katmanları yerine ince üst üste aynı eğimle yerleşmiş fırça darbelerine yer vermiş resimlerinde . Cezanne’ın resimlerini Paris’deki hiçbir sergi salonuna kabul ettirememiş. (Ta ki ölümünden bir yıl sonra Louvre müzesinin refüze edilen eserler salonu sergisinde sergilenene kadar . ) Resimlerini ( daha çok natürmort , meyveler ) el arabasıyla Paris sokaklarında dolaştırıp manavlara satacak kadar zor zamanlar yaşamış . Bu arada kendini gerçekçi roman yazımına adamış olan Zola arkadaşını L'Oeuvre adlı romanında başarısız bir ressam olarak hikaye etmiş . Bunun üzerine aralarında büyük bir kırgınlık doğmuş. Eski arkadaşlar uzun yıllar küs kalmışlar . Cezanne Provance ‘a dönerek yaşamının sonuna kadar burada resim çizmeye devam etmiş. Burada sınırlı sayıda konuyla uğraşmış.
Cezanne’ın ressamlığıyla ilgili konuşacak kadar okumuş değilim, sanat tarihi hakkında da eğitimim yok. Genellikle ressamların eski çalışmaları (taklit dönemi ve birebir gördüğünü kağıda aktarma dönemi) diyebileceğimiz zamanlarına ait çok az resmini izleyebildim . İnternetten de olabildiğince fazla eserini izlemeye çalıştım (Wikipedia, Web Museum, Google görseller vb). Bu durumda sadece çizimle ilgilenen biri olarak bu büyük ressama empati yapmaya çalıştığımda kendi aklımca bazı noktalara vardım . Cezanne ‘ın desenlerinde , belli bölümleri içinde tutarlı oranlar olsa da çoğu zaman bir noktadan sonra açı kayması yada perspektifin değişmesine benzer , bütünlüğün takibini zorlayan bir durum ortaya çıkıyor. Hatta en eski çalışmalarında dahi özellikle insan figürülerinde ve hareketi verirken bu durum gözlenebiliyor . Burada Cezanne ‘ın perspektif , oranlar ve gördüğünü kağıda geçirme noktasında bir kırılma yaşadığını tahmin ediyorum. Bu durumda yapacağı şey ya görme konusunu kurcalamak ya da göz beyin el arasındaki koordinasyonun gizlerini çözmeye çalışmak olmalıydı .. İşte Cezanne nasıl gördüğümüzü araştırmakla, belki de bilime en az sanat kadar yol açmış oldu. Zola yaşamının sonuna doğru Cezanne’ı küçümsediğini anlamış ama yine de ondan özür dilememiş. Zola’ nın ne yaptığı belli de Cezanne bize neyi göstermeye çalıştı?
Gözlerime inanamıyorum !
Düşünürsek eğer; göz sürekli hareket halinde olduğundan (sabit bakarken bile kalp atımlarımız yüzünden sarsılırız ) baktığımız şeyi sürekli üst üste binen perspektifi kaymış kesitler ya da renk kümeleri olarak görüyor olmalıyız. Yani beynimize ulaşan görüntü akışı , sürekli net olmayan bir görüntü sonucu almamıza neden olacakken ,cisimleri nasıl bütünlüklü ve net konturlar halinde görebiliyoruz ?
Cezanne ömrünün büyük bölümünde sınırlı sayıda konun resmini yapmıştı . Natürmortlar ve Sainte-Victorie dağı çevresindeki ağaçlık düzlük gibi. Mesela narlı ve ayvalı natürmortunda ortada duran ayvanın dış kontürü normalde devam etmesi gereken açıyla devam etmeyip küreyi tamamalamadan kesiliyor . Burada perspektif kaymasını kullanarak cisimleri nasıl gördüğümüzle ilgili düşünmemizi sağlıyor Cezanne.
Bence bu resimde kübizme bir köprü kurulmuştur artık . Cezanne kübistlerin ve modern resmin babası olarak geleneksel resmin ince ayrıntıcı tarzına sırtını dönmüş gerçek ham görüntünün ardına düşmüştür ..
Yaşamının son yıllarına kadar çizmeye devam ettiği Sainte -Victoire dağını resmederken tuvalin bazı bölümlerini artık boş bırakıyor,sanat çevreleri bunu neden yaptığını anlayamıyor ve eleştiriyorlardı . Halbuki o bir fırça darbesinin gerekli olup olmadığı üzerine saatlerce düşünüyordu . Çünkü Cezanne beynin görüntüyü işleyerek düzelttiğini ve tamamladığını fark etmişti! Dağ imgesinin oluşması için iki kırık gri çizgi yetip artıyordu bile.
Araştırmalar da gösteriyor ki biz aslında cisimleri ışık ve renk kümeleri halinde görüyoruz ve zihnimizin bu görüntüleri işlemesi sayesinde onları netleştirip biçime sokuyoruz . Bir anlamda, gördüğümüzü düşündüğümüz şeyleri aslında tahayyül ediyoruz !
Son yıllarda yapılan çalışmalarla görme duyumunun incelikleri ortaya konmaya başlandıkça retinaya ışık düşmesinin görme algımızın sadece başlangıcı olduğu bundan sonra algının zihin tarafından resmen yönlendirildiğiyle ilgili bulgular netleşmiş. Anlaşılan o ki, retina da oluşan ters görüntüyü iletecek sinir liflerinden oluşan demet, önce bir çekirdeğe uğruyor burada renkle ilgili kablolar ve ışıkla ilgili kablolar ayrı merkezlerde işlem görüp beynin arkasındaki görme merkezine iletiliyor . Bu alan katmanlar halinde dizilmiş işlem merkezlerinden oluşmakta. Oksipital lobda( görüntü, her bir foton için birer nokta olacak şekilde değil de ,eğri ve düz çizgi birimleri halinde algılanıyor.
Dikey harekete mükemmel yanıt veren beyin nedense yatay çizgilere neredeyse hiç tepki vermiyor . Bu arada V ( visual korteks ) olarak tanımlanan 5 görme bölgesi var beynimizde . Örneğin biz fotoğrafa bakarken odaklanmış dikkatimiz, spot ışığı gibi görüntüdeki objelere yöneltilir. V1( Primer görme ) alanında dikkatimizin odaklandığı görüntü, farklı açılardan farklı kortikal görsel alanlarda işlenir ve bu alanlarda aktif nöron gruplarının oluşturduğu bir kalıp ortaya çıkar. Eğer bu kalıp depoladığımız bir bellek kalıbına benziyorsa objeyi tanırız.
Görme işlevi sırasında ilgili tüm görsel alanlar arasında ileriye ve geriye doğru sürekli bir aktivasyon söz konusudur . Bu alanlar, objenin zeminle ilişkisi, hareketi ve hızı ile bilgiyi değerlendirirken ne olduğunu da belirlemeye çalışır . Bağlantılı paralel sistemlerde, sistemlerin tek başlarına ortaya çıkaracakları bütünden farklı bir bütün elde edilir. Görsel sistemimiz, çeşitli alanlardan gelen informasyonu basitçe toplamadığı gibi, görsel uyarıyı kodlarken, uyarıyı oluşturan parçalara sadık kalmaz. Görme alanındaki tamamlanmamış sınırlar ve alanlar, beyin tarafından doldurulur. Örneğin kör nokta zemin olarak algılanır. Bu olay şekil tanımada önemlidir. Tamamlanmamış bir şeklin beyin tarafından algılanması için eksik bölgelerin doldurulması gereklidir. Bu da aktivasyonun uyarı almayan bölgelere yayılması anlamına gelmektedir. Ancak birbiri ile bağlantılı sistemlerde böyle bir işlem olasıdır. Böylece beyin sınırlı bir informasyonu global hale getirebilmektedir.
Gözlerimiz, görülenin kusursuz algılanmasına yönelik olarak değil, amaca yönelik davranış sisteminde hareketin duysal kontrolünü sağlamak üzere evrimleşmiştir. Bu evrimleşme tehlikelere açık bir yaşam sürdüren canlıya türünü sürdürme avantajı sağlar. Böylece doğayı mükemmel gören organizmalar değil iyi avlanabilen ve tehlikeleri zamanında farkedip kaçabilen organizmalar doğada varlığını korumuştur.
Sonuç olarak fizyologların yaptığı çalışmalara bakılırsa görsel algı, dikkatin odaklandığı görüntü ile bellekte depolanmış hayalin birleşiminden oluşur.
Yani kısaca özetlersek ve yorumlarsak : ışıkla yıkanmış cisimlerin gözümüze düşen ham görüntüsü, hemencecik beynimizin değişik yerlerinde daha önceden gördüklerimizle ilgili deneyimlerimizle birleştirilerek yoğrulur ve biz o cisimleri bir nevi beynimizde yeniden şekle sokarız.. Bu nokta ilginç işte: biz gerçeği değil daha çok beynimizin gösterdiklerini görürüz . Ve demek oluyor ki görsel belleğimize önceden kaydettiğimiz her şey göreceklerimizi belirliyor . http://www.tersmeditasyon.com/2010/04/blind-spot.html Şu kısa filmin adı ‘’Blind Spot ‘’.Gördüklerimize verdiğimiz anlamlar bütünün oluşturabileceği en absürt öykülerden sadece biri belki .
Gestaltçiler ( Max Wertheimer, Wolfgang Kohler ve Kurt Koffka ) bu duruma hemen sahip çıkmışlar hepimizin kendi içimize kapalı kaldığımızı anlatmaya çalışmışlar, hatta gözün dışarıyı değil, asıl içeriyi gördüğünü söylemişler ..
To be Continued … Gestalt ?