23 Mayıs 2010 Pazar

variations




... Gerçekten de yaşam sanatının en başarılı uygulayıcılarının ki laf aramızda çoğu hiç tanınmamış kişilerdir, her normal insanın içinde eşzamanlı olarak çarpan altmış yada yetmiş farklı zamanı hernasılsa eşleyebildikleri yadsınamaz;böylece saat onbiri çaldığında bütün diğer saatler de hepbir ağızdan çalarlar ve şimdiki zaman ne şiddetle kopar geçmişten ne de geçmişin içinde tümüyle unutulur.Bu insanlar için doğrusu şunu söyleyebiliriz , tamtamına mezar taşlarında kendilerine biçilen altmışsekiz ya da yetmişiki yıl yaşarlar..
''Orlando'' Virginia Woolf

Bu tam zamanlı yaşam iyi güzel görünüyor da ilgimi çekmiyor.( tamam uzun yaşamayı tercih ediyorum allahallaaaa !) Şimdiki zamanın yuvarlak tombul ve beklendiği gibi yere kolayca düşmeyen  saniyelerinin,  1042 farklı benle birlikte yaşandığı , belleğin sırasız kayıtlarını ve şimdiki zamanın içine harmanlaşını yaşamayı çekici buluyorum.. sanatın herhangi bir biçimine temas eden zamanın eğrilip biçimlenişini yaşamak gibisi yok !


Düşünmek ne zor şey .. Düşünüyorum derken neyi kastediyoruz?
Descartes ''düşünüyorum öyleyse varım ''demek için kendini düşünme haline sokmadan önce yöntemini belirlerken şöyle bir yol izlemiş .. Düşünme eylemi sırasında dışarıda devam eden yaşamın getireceği acil durumlar yada harekete geçmeyi gerektirecek kişisel olaylar için güvenilir kişilerin davranış kalıplarını belirlemiş.. Hemen hemen her durum için  kabul edilebilir sözler ve çözüme odaklı davranışlar .. Bunları yan bellekte gereğinde çalıştırmak üzere bekletmiş .. Zihnini çift çekirdekli çalıştırmayı planlamış demek ki .. Ve düşünme eylemine öyle başlamış .. Şimdi , bunu üzerine kolayca ''düşündüm de şöyle yapsak'' ,''bunu hep düşünürüm '' gibi cümleler kurmak ne komik görünüyor . Bir konu üzerinde düşünürken , konunun üzerinde uçuyor ya da  kısacık anlarda da olsa gerçekten konuya odaklı kalabiliyor muyuz ?.. Duygusal tepkilerimizi ya da sezgilerimizin kurduğu cümleleri düşüncemizin bir eseri gibi algılıyor olabilir miyiz? ..

Bir pazar  sabahı  içerden gelen sözler ve dışardan dolan seslerle sınırsız hafızanın hem record hem de play tuşuna aynı anda basılı yaşamaya devam ediyorken, şimdi  ben şu kimseyim demenin bir anlamı var mıdır ? 

11 Mayıs 2010 Salı

dünyanın tüm sesleri

Giderek kuşları daha bir cankulağıyla dinlemeye başlıyor insan .. Tıpkı eskiden annemin dinlediği gibi .. Hayatta neye kulak kabartacağına, neye gözünü açıp bakacağına sonra sonra aklın eriyor ..
Her sabah diş fıçasının  saçını başını köpüklere bulayıp yıkadığının farkına varmak, sabah dünyanın sahiplerinden biri sanararak dimdik sokaklara çıktığında bir sinekle kafa kafaya çarpışıp hasar raporunu düşünmek, gölgesinde dinlenmek isteyenlere önündeki bankı tutarak oturtmaya çalışan bir ağaç görmek şaşırtıcı.. Herzamanki yolu seçmenin nedeni belki de cadde yanında ilerlerken ve binlerce ses uçuşurken etrafta sadece kırmızı ışıklara vardığında zamanın içine girmen. Zamanın genişlediği, yavaşlayıp hızlandığı ya da durduğu, geçmişe yada geleceğe yolculuğun mümkün olduğu bu yaşam biçiminde, değişkenlerden en az birinin sabitlenmesinin gerektiği farkediliyor . Fakat her zaman  aynı birimi sabitlemek  aşırı yük altında kalan sabitenin çökmesine yol açabiliyor . Fiziğin biyolojiyel sırt sırta geldiği bu noktada iki sistemin ortak kararına başvurulmalı  .
Orlando' nun da dediği gibi dünya üzerinde  400 yıl yaşayanlar olduğu gibi henüz doğmamış pek çok insan da yaşamakta, pek tabi ölüler de aramızda..
Derken sabah yolculuğu biter zaman değişir ..  

21 Nisan 2010 Çarşamba

herhangi bir nisan sabahı

Tanrı otlar pembeleşinceye kadar kızartmış sonra biraz su eklemiş gibiydi. Beyaz küçük  bir salyangoz jirine jirine tam uca kadar gelmiş döngüsünün başlangıcına yeniden varmak üzere atlamayı düşünürken karşılaştık . Elindeki ipi pek de sıkı tutmuyordu . Ucunda bir dağ keçisi yoktu aslında. O sırada çok uzun boylu uzun bacaklı bir adam ilerliyordu koca adımlarıyla . Pembe şemsiyeli kadın kilisenin çatısıyla aynı hizzaya gelince anladım , yolculuğum herhangi bir yolculuk değil.
Mrs. Daloway' i okumaya başladım ..hadi hayırlısı ..

18 Mart 2010 Perşembe

penguenler adasında rönesans ve reform :P

sabah güneşi / PEDURO 2010

 Enürezis nocturna  ( gece işemeleri ) milyonlarca çocuğun başının belası  bir durum .. Bu yıl çocuk cerrahisi öğretim üyelerinden biri  konuyu sosyal yönüyle ele aldı, anlatımı sırasında bu çizimleri kullanacak ..  Çizimleri anılar, anlatılan hikayelerden kurdumda bir kaç fikir daha vardı yetiştiremedim  :P ..Peduro 2010 ( Pediyatrik üroloji kongresi ) afişinde de bir çizimimi kullanmışlardı, acayip hoşuma gitti bu durum :)

Ismarlama konu ve zaman sınırlıyken çalışmanın nasıl bir duygu olduğunu anladım .. :P

10 Mart 2010 Çarşamba

sabah güneşi

sabah güneşi..

''Penguenler Adası'' - Anatole France


Penguenler Adası , Anatole France' ın insanlık tarihini, penguenler üzerinden anlattığı bir roman .. Tarih, iyice yaşlanmış bir rahibin denize açılarak hristiyanlıktan haberi olmayan memleketlerdeki insanları kurtarmaya gidişi ile başlıyor . Gözleri de artık iyiden iyiye körleşmeye başlayan rahibimiz, bir fırtına sonrası kutup bölgesine kadar sürüklenip, orada karşılaştığı penguenlerin pek ağırkanlı ve beyefendi hallerinden umutlanmış, onları vaftiz edivermiştir. Tanrı ve cennetteki azizler bu işe bir çözüm ararlar .. Sonunda bu küçük vucutlara minik birer ruh üflenir ...

5 Şubat 2010 Cuma

Kitab-ül Hiyel !

           ''  Raviyan -ı ahbar ilk sinematograf gösterisinin Galatasaray 'daki Spoek Birahanesi'nde yapıldığı yıllarda, onun zihnindeki noktada neler olduğunu araştırmaya başladığını rivayet etmiştir.Çeşm -i Badem Ceylan Hatun'un naklettiğine göre o, bir hiyel ehli olarak değil , bir hayalkar olarak bu işe kalkışmıştı.Çabasının semeresini daha çabuk toplamak için Vik, Köhler Biraderler,Lorenz ve Keil 'in raflarından sayısız roman ve hikaye kitabı almış, hayalkarların nasıl tahayyül ettiğini öğrenmeye çalışmıştı. Binbir Gece Masallarını adeta yuttu ama realist ve naturalistlerden hiç mi hiç hoşlanmadı . Onları Abdülhamid Efendimize yaranmak için onun giyim kuşam ve davranışlarını kopya eden paşalara benzetiyordu. Oysa Abdülhamid 'i kopya değil de taklit eden bir meddah , elbetteki daha sevimli ve belkide gerçeğe daha yakındı.İşte realistler de Gerçeği ve Dünyayı kopya ediyorlar ; ama masalcılar , aslında gerçekleşmiş bir hayal olan Dünya 'yı örnek alıp, onu ve üslubunu taklit ederek yeni hayaller yaratıyorlardı.Kopyalar ne kadar kuru ve tatsızsa, taklitler o kadar canlı  ve sevimliydi. Sonuç olarak realist romanlar , yazarlarının suratları kadar tekdüze, şaşırtıcılıktan yoksun ve aslında gerçekdışı şeylerin anlatıldığı kitaplardı.
....
İşte Üzeyir Bey bu düşüncelerle insanların gerçeklik duygusuna değil de, gerçeğin kendisine ve ondaki üsluba sadık kalmaya karar verdi . ''

İhsan Oktay Anar ; Kitab-ül Hiyel

exogenesis

koyunbaba