İşyerinde personelimiz bir yandan kola şişesini keseken bir yandan son zamanlarda çokça rastladığım kapak biriktirp^^ bir engelliye tekerlekli sandalye alma ^^kampanyasını anlatıyordu. sonra kapaklar birer birer kesik şişeye atılmaya başladı ..
Farklı açılardan bakınca bir kaç nokta farkettim ..
Hala toplumda bir vicdan var , duyarsızlık her dokuya daha sızmamış .. Gayret etmek, yolda gördüğün her mavi kapağı üşenmeden alıp getirmek sevindirici , insanın yüreğini kabartıyor ..
Bir yandan insanoğlunun şu düğmelerle ilişkisi çağrıştı zihnimde.. Görmediğin tanımadığı birinin öleceğini bilse de önündeki düğmeye biraz baskı gördüğünde basıverebiliyormuş insanlar .. Meşhur bir deneymiş... Bizden uzakta insanların kaderine duyarsız kalabiliyoruz yaptığımızın zarara dönüşeceğini bile bile eylemimize devam edebiliyoruz ..Bu bizden uzakta insanlar kolayca yardım etme olanağı sunulduğunda da aynı yoğunlukta mı çalışıyor acaba. . Bizden uzaktaki insanlar derken bir de mesafe değilde zaman boyutunun uzaklaştırdıklarını düşünürsek.. Bizden bin yıl sonra yaşayacak insanlar için duyarlığımız, binlerce kilometre mesafeyle aynı sanki..
En yakınımızdakileri desteklemek bazan çok zahmetli de uzaktakine yetişmek daha çekici ..
İyilik etmenin zararları üzerine hep söylenen atasözleri kurcalıyor zihnimi .. Okulda iyiliğe kodlanmışız ya iyilik nasıl yapılır öğretilmiyor . Ana babadan etraftan gördüğünle bir tarzın oluyor . İyiliğin büyük zararlarından en net Nitzsche bahsediyordu . İyilik yapmak bir tür tecavüzdür .. Başka birinin alanına tecavüz .. İyilik yapana kin tutar gibi bir güçle minnettar olmak bu nedenledir!!!! yanlış anlamadıysam böyle diyor Zerdüşt. .
Olabildiğince , iyilik etmemekte fayda var diyemiyeceğim . Ama iyilik etmenin yolu yordamını bilmiyorsan tuzluk gibi oturmak en münasibi ! İilk yardımcılardan uzak durmanın da yolunu bulmalı ..
Seçimlerimizin belirlediği iç yazgımız yüzümüze okundumu artık ,yere düşüp bayılmadan dirayetle karşılamalı, kabul etmeli, ya da temyiz için direnmeli .
Sabah işe gelirken kafamda çınlayan düşüncemsiler ..
25 Kasım 2010 Perşembe
18 Kasım 2010 Perşembe
Şimdi / biz / nerdeyiz
''ne içindeyim zamanın
ne büsbütün dışında..
geniş, yekpare bir anın
parçalanmış akışında''
Geçmiş ve gelecek arasında kalan bölgede kuruyoruz kralıığımızı ..Orada olan biten geçmişe ekleniyor ...Gele gele bu yaşa ,anlayabildiğim anca bukadarcık işte ...Babam zamanın geçmişe doğru aktığını söylüyordu ya da ben öyle anlamıştım dediklerinden ..O noktaya geldim işte ..
Gezegenin en kıral yaratığı olduğumuzu düşünmek ne yapsan silinemiyor zihnimizden .. Sanırım sadece zihnimizde değil hücre çekirdeklerimizin her birine işlenmiş bu dört harflik bir alfabeyle..
Zaman boyutunu esas parametre almak korrrrkunç noktalara bakmayı gerektiriyor ... Durumu biraz kavrayıp bıraskacaksak hiç ilerlememk en münasibi .. Bi bakıp çıkıcam .. yok olmaz
Nedir bu anlatma merakı anlamadım ..İçerde bir huzursuzluk, illa konuşacak ..Yani ne diyeyim bilmemki anlatacak bişey yok.. Anlayamıyorum ki ..Yani giderek daha anlayamıyorum ..Arada hah şu ipin ucundan tutttum sanırım bu ip beni herşeyi anlamlandıracak bir yere doğru götürüyor diyorum .. Ama nerdeee.. Ucu kısacık, olduğum yerden bi adım atmama gerek kalmıyor ..
Ezbere yaşamak acayip rahat oysaki.. Kalıplar hazır veriliyor .. oya ip atla .. koş ali koş ..şurda şöyle denir burda böyle .. sandwich metodu öğrenme .. gerçekten kolay bir iki yılda çözersin yaşamayı .. dört mevsimi atlattın mıydı .. öbür sene daha kolaydır..
Anlatacak bişey yok işte görüldüğü üzere .. Ama ya halının altı , ya yağmurda yeryüzüne açılan geçitler ağaçların içi, kuşların sözleri, çiçeklerin yavaş cevapları ,bulutların bitmez çeşidi.. renklerin dansı .. Bunları görmezden gelemeyiz . Ne zaman etrafa baksam ordalar..iyiki varlar..
ne büsbütün dışında..
geniş, yekpare bir anın
parçalanmış akışında''
Geçmiş ve gelecek arasında kalan bölgede kuruyoruz kralıığımızı ..Orada olan biten geçmişe ekleniyor ...Gele gele bu yaşa ,anlayabildiğim anca bukadarcık işte ...Babam zamanın geçmişe doğru aktığını söylüyordu ya da ben öyle anlamıştım dediklerinden ..O noktaya geldim işte ..
Gezegenin en kıral yaratığı olduğumuzu düşünmek ne yapsan silinemiyor zihnimizden .. Sanırım sadece zihnimizde değil hücre çekirdeklerimizin her birine işlenmiş bu dört harflik bir alfabeyle..
Zaman boyutunu esas parametre almak korrrrkunç noktalara bakmayı gerektiriyor ... Durumu biraz kavrayıp bıraskacaksak hiç ilerlememk en münasibi .. Bi bakıp çıkıcam .. yok olmaz
Nedir bu anlatma merakı anlamadım ..İçerde bir huzursuzluk, illa konuşacak ..Yani ne diyeyim bilmemki anlatacak bişey yok.. Anlayamıyorum ki ..Yani giderek daha anlayamıyorum ..Arada hah şu ipin ucundan tutttum sanırım bu ip beni herşeyi anlamlandıracak bir yere doğru götürüyor diyorum .. Ama nerdeee.. Ucu kısacık, olduğum yerden bi adım atmama gerek kalmıyor ..
Ezbere yaşamak acayip rahat oysaki.. Kalıplar hazır veriliyor .. oya ip atla .. koş ali koş ..şurda şöyle denir burda böyle .. sandwich metodu öğrenme .. gerçekten kolay bir iki yılda çözersin yaşamayı .. dört mevsimi atlattın mıydı .. öbür sene daha kolaydır..
Anlatacak bişey yok işte görüldüğü üzere .. Ama ya halının altı , ya yağmurda yeryüzüne açılan geçitler ağaçların içi, kuşların sözleri, çiçeklerin yavaş cevapları ,bulutların bitmez çeşidi.. renklerin dansı .. Bunları görmezden gelemeyiz . Ne zaman etrafa baksam ordalar..iyiki varlar..
15 Kasım 2010 Pazartesi
9 Kasım 2010 Salı
27 Ekim 2010 Çarşamba
13 Ekim 2010 Çarşamba
30 Eylül 2010 Perşembe
28 Eylül 2010 Salı
9 Ağustos 2010 Pazartesi
21 Temmuz 2010 Çarşamba
20 Temmuz 2010 Salı
1 Temmuz 2010 Perşembe
11 Haziran 2010 Cuma
365 PROJESİNE SALYANBAKIŞ
Ece Temelkuran’ın ‘’Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita ‘’ adlı kitabının önsözü :
Sen bir rota çizmiş olsan da kesinkes, yolun hep bir planı vardır senin hakkında. Yolları yolculuk, yola çıkanı yolcu yapan budur. Aldanmazsan, kapılmaz ve yanılmazsan varamazsın yolun gideceği yere. Yolculuğun gizi budur: Kaybetmezsen yolunu bulamazsın aslında.
Bir soru’n olmalı mutlaka. O soruyu sormalısın, kimsenin anlamadığı bir dilde konuşan ve hep aynı cümleyi tekrar eden bir derviş gibi döne döne aynı soruyu sormalısın. Cevap, başlangıçta tahmin ettiğinden ne kadar uzakta ise gerçeğe o kadar yakındır. Sarsılmamışsan, soru’nu kaybetmekten korkmuşsan, hiçbir yere gitmemişsindir aslında.
Düzenin bozulmalı. Evden çıkmak budur aslında. Yolculuk, bir düşmek ve kalkmak meselesidir. Eve yaralarla dönülmüyorsa hiç gidilmemiştir…
Sadece uzaklardan gelenler bilirler evlerinin kokusunu. Yollara, evlerimizi anlamak için çıkılır. Fakat yolda bulduğun cevaplar eve geldiğinde, yakalanmış kelebeğin renklerinin sönmesi gibi parça parça dağılır. Yola ait cümleler, yazıktır ki hep yolda kalır. Onlar, yolun cevaplarıdır. Döndüğünde anlatacağın hep biraz renksiz bir hikayedir. Cevaplar, suyun altında çok renkli görünen ama sudan çıkarıp kuruduğunda renkleri sönen çakıl taşları gibidir. Bu, sana böyle gelir. Oysa yeni çocukların yeni yollara çıkması için o çakıl taşlarını getirmek, sözün büyülü suyuyla yeniden ıslatmak, renklerini yeniden canlandırmak gerekir….
365 gün projesi doğup büyürken ordaydım. Tam dibinden perspektif kuralları gereği belki genel algıdan farklı şeyler gördüm. Herhangi bir şeyin tam ortaya yerleştirilmiş, tüm görüntüsünün kadraj içine sığmış hali gerçekliğinin sadece bir bölümünü yansıtır ya, benim dürduğum yerden neler neler görünmüş anlatayım istedim:)
Hepimizin döngüleri vardır. Kimi için biyolojk ritmin bir parçası, kimi için sezgilerinin belirlediği, kimi için alışkanlıklarının.. Bazımız aylık, bazımız günlük, haftalık ya da yıllık yaşar. Kaptan Nako Naka için tanıdığımdan beri yıllık döngüler çok önemlidir. Benzer zamanlara denk düşen yaşantıları vardır. 365 gün projesi bu yüzden ilk duyduğumda olanaksız gelmemişti. Daha önceden de bir yıllık olağanüstü performansıyla beni şaşırtmıştı. Yıllarca sabah uykularını düzenli uyuyan ve gece insanı ahalisinden olan Nako Naka, bir yıl boyunca sabahın 6 sında uyanmış yollara düşmüş yılmadan, kışın kör karanlığında, yağmurda ve soğukta Karataş’tan Bornova ‘ya gelmiştir.
• 365 gün sürecek bir projeyi gözünüze kestirdiyseniz, bunun ne projesi olursa olsun sizin döngülerinizle örtüşüyor olması avantajdır!
Yakınlarda bir projeye başlanacağını tam manasıyla hissedemeyip, projenin ilk fotoğrafları görmeye başlayınca’’evet evet bir proje başlıyor galiba’’ cümlesini içimde duydum . Bizim kaptan projeye başlar başlamaz korsanların saldırısına uğramıştı. Zindana düşüp oradan bile fotoğraf yollayınca haaa dedim kendi kendime ..Bir proje var ve yürüyecek . Gerçekten de kaptan Nako Naka o günden sonra her şeye rağmen her gün açılıp limana elinde balıklarla gelmeyi aksatmadı.
• En büyük engelimiz daha çok iç dünyamızda patlayan rüzgarlar ve fırtınalardır.
Sabahları evden çıkan kaptanın geceyi nasıl kapadığı önemliydi. Her sabahın yeni bir sabah olduğu, tazelenerek uyanılacağına güvenmek gerekir. Kaptanın ara ara uykusuz gecelerde seyretmekten hoşlanması nedeniyle , uyumadan sabaha açıldığı da çok olmuştur. Eğer kaptan o gün iri ve güzel bir balığa denk geldi ve yakaladıysa yüreğimize serin suların ferahlığı yayılıyor ; pek birşey yok dediği zamansa bulutlanan göğümüz ertesi sabahın umuduyla yine de nefes alabiliyordu.
• Sorunlarını kendi çözmeye alışan insanoğlunun içinde neler döndüğü açıkça görülemediğinden, sabahın gücüne güvenmek gerekir.
Projenin başı, ortası, sonu , klasik olarak önemli dönüm noktaları. Başlarda bırakma ihitmali biraz daha kuvvetlidir, bu dönem azim dirayet ve tutku ile aşılabiliyor. Bir de mevsimlerin getireceği yenilikleri beklemek, tekrardan bıkan bünyeyi biraz olsun rahatlatıyordu. Ortalarda ise bir rahatlama, biraz daha inanma ile ivmelenme başladı.. Bizim kaptan ortayı baya geçtikten sonra tüm hazinesini sakladığı sandığının kilidinde çıkan arıza nedeniyle büyük bir sarsıntı geçirmişti. Nerdeyse tüm emeğinin sandığının içinde kaybolması korkunçtu.. Hem de bitmeye yaklaşmışken ve projeyi nasıl kullanabileceği üzerinde kafa yorarken.
• Buradan öğrendiğimiz önemli belgelerimizi kopyalamalıyız ..
İşte tam hazineyi kaybetmişken, sokak fotoğrafına tutkusu, ışığın esiriyken onu yönetmeye başlaması ve devamlı batıya giderek ‘’ kuş pazarı’’ adlı kıtayı keşfetmesiyle kısa sürede toparlandı.
• Kişiliğin en faydalı birimlerden biri olan yenilgiden güç almak, daha tutkuyla, daha asılarak işe koyulma birimi , yönetimi ele alıp , herdafasında bir kere daha gemiyi doğrultmayı sağlayacaktır.
Projenin sonlarına doğru emektar 5D nin aynası düşmüş, neredeyse her gün Japon yapıştırıcısıyla tutturulup yeniden yola çıkılmıştır. Yetmezmiş gibi kargaşalı bir günde şarj cihazı da kayboldu. Pek çok gün kaptan kartların içindekileri farklı bilgisayarlara aktarmak için türlü taklalar attı. ( windows un yeni yazılım çıkarması da bu 365 günün içinde gerçekleşmişti.) Kart boşalamayınca, dolmuyordu da .. Öyle tırmalayarak ilerlendi ki ,sanki dağın zirvesine bir iki kulaç kala olmadık eğimler çıkıyordu meydana ..
• Teknoloji her zaman yardımcı olmaz!
Ve son olarak mutlaka eklemek gerek inandığı, değer verdiği, fotoğrafla ilgili olan ya da olmayan dostların ilgisi , moral destekleri ve geri sayımı, Kaptana büyük güç verdi ..
Bence tümü son fotoğraf eklenene kadar bekledi ve birer birer damlayan 365 fotoğrafdan ayrı bir organizma doğdu artık . Ve 365.gün bittiğinde bir doğum günü kutlandı :)
Eveeet! Bir masal da burada bitmiş gökten üç elma düşmüştür. Elmalardan biri , düştüğü başa yer çekimini buldurur. Biri düştüğü başta durakalır , ok ve yayıyla biri ona nişan almıştır. Biri de çoktan bir diş ısırılıp laptopun kapağında parlamaya başlamıştır ..
27 Mayıs 2010 Perşembe
23 Mayıs 2010 Pazar
variations
... Gerçekten de yaşam sanatının en başarılı uygulayıcılarının ki laf aramızda çoğu hiç tanınmamış kişilerdir, her normal insanın içinde eşzamanlı olarak çarpan altmış yada yetmiş farklı zamanı hernasılsa eşleyebildikleri yadsınamaz;böylece saat onbiri çaldığında bütün diğer saatler de hepbir ağızdan çalarlar ve şimdiki zaman ne şiddetle kopar geçmişten ne de geçmişin içinde tümüyle unutulur.Bu insanlar için doğrusu şunu söyleyebiliriz , tamtamına mezar taşlarında kendilerine biçilen altmışsekiz ya da yetmişiki yıl yaşarlar..
''Orlando'' Virginia Woolf
Bu tam zamanlı yaşam iyi güzel görünüyor da ilgimi çekmiyor.( tamam uzun yaşamayı tercih ediyorum allahallaaaa !) Şimdiki zamanın yuvarlak tombul ve beklendiği gibi yere kolayca düşmeyen saniyelerinin, 1042 farklı benle birlikte yaşandığı , belleğin sırasız kayıtlarını ve şimdiki zamanın içine harmanlaşını yaşamayı çekici buluyorum.. sanatın herhangi bir biçimine temas eden zamanın eğrilip biçimlenişini yaşamak gibisi yok !
Düşünmek ne zor şey .. Düşünüyorum derken neyi kastediyoruz?
Descartes ''düşünüyorum öyleyse varım ''demek için kendini düşünme haline sokmadan önce yöntemini belirlerken şöyle bir yol izlemiş .. Düşünme eylemi sırasında dışarıda devam eden yaşamın getireceği acil durumlar yada harekete geçmeyi gerektirecek kişisel olaylar için güvenilir kişilerin davranış kalıplarını belirlemiş.. Hemen hemen her durum için kabul edilebilir sözler ve çözüme odaklı davranışlar .. Bunları yan bellekte gereğinde çalıştırmak üzere bekletmiş .. Zihnini çift çekirdekli çalıştırmayı planlamış demek ki .. Ve düşünme eylemine öyle başlamış .. Şimdi , bunu üzerine kolayca ''düşündüm de şöyle yapsak'' ,''bunu hep düşünürüm '' gibi cümleler kurmak ne komik görünüyor . Bir konu üzerinde düşünürken , konunun üzerinde uçuyor ya da kısacık anlarda da olsa gerçekten konuya odaklı kalabiliyor muyuz ?.. Duygusal tepkilerimizi ya da sezgilerimizin kurduğu cümleleri düşüncemizin bir eseri gibi algılıyor olabilir miyiz? ..
Bir pazar sabahı içerden gelen sözler ve dışardan dolan seslerle sınırsız hafızanın hem record hem de play tuşuna aynı anda basılı yaşamaya devam ediyorken, şimdi ben şu kimseyim demenin bir anlamı var mıdır ?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)